Dünya da Türk insanını tanıyan kişilere, Türkleri tanımlayacak olsanız bize ne dersiniz diye sorsak, muhtemelen verecekleri ilk yanıtlardan biri “duygusaldırlar” şeklinde olacaktır. Peki gerçekten öyle miyiz acaba?
İnsanlarımızın çoğuna sorduğumuzda duygusal olduğunu kabul edecektir, ancak duyguları hissetmekle, bunları ifade etmek arasında ciddi bir uçurum var. Kültürümüz duygusallığı yüceltse de, duyguları ifade etmek konusunda bireylere baktığımızda ciddi sorunlar yaşadıklarını gözlemleyebiliriz.
Dolayısıyla duygularımızı bastırma konusunda baskı hissettiğimizi, bu bastırılmış duygularında daha sonra, tıpkı taşıyabileceği su kapasitesi aşan bir balon gibi patladığını ve yoğun yaşanan bu duyguların etkisi ile (ki bastırıldıkları zamanda aslında aynı şekilde yaşanıyordur) başkalarının gözünde aşırı duygusal olarak nitelendirildiğimizi düşünebiliriz.
Peki neden duygularımızı bastırmak zorunda hissediyoruz? Burada reddedilme, onay alamama, terk edilme vs. gibi korkular devreye giriyor. Yani aslında duyguları ifade edememeye yine bir duygu, korku, etki ediyor. Tam bu noktada “Morcheeba” adlı bir grubun “Fear and Love” adlı şarkısının sözleri geliyor aklıma. “Korku, sevmekten alıkoyar; Sevmek korkudan alıkoyar.”
Korku ve sevgi işte bu denli güçlü iki duygudur. Peki neden korkarız? Bir insana kırıldığımızı veya kızdığımızı söyleyecek olsak hemen aklımızda biten bir düşünce:” Ya bana darılırsa!” veya “Ya üzülürse!” bu düşünceleri biraz sorguladığımızda ortaya terk edilme korkusu çıkar. Bundan dolayı saklarız, incindiğimizi veya kızdığımızı ve susarız. Susmak sadece bir kaçınmadır.
Duygularla yüzleşilmediği için, söz konusu duygu ya da duygular içimizde varlığını sürdürür. Bir başka, başa çıkma biçimi duygularımızı yine ifade etmemek, ama aynı zamanda muhatabımız olan kişi ile birden tüm ilişkileri ansızın sonlandırmak, yani bir önceki örnekte kısmi bir uzaklaşma söz konusu iken burada tamamen bir kopuş söz konusudur. Yani, incinmişlik ve kızgınlığı o kişiyi birden hayatımızdan uzaklaştırarak çözmeye çalışırız.
Ancak karşımızdaki kişi buna anlam veremediğinden şaşırır. Biz ise onu cezalandırdığımızı düşünüp, duygularımızın bu şekilde ifade edilmiş olduğunu varsayarız. Oysaki cezalandırdığımız kişi, kendimizden başkası değildir. Bu yöntem duygularımızı başka ilişkilere ve başka kişilere aktarmaktan ve ilişkilerimizi her seferinde zedelemekten başka bir işe yaramaz. Olumsuz duygularda hal böyleyken acaba sevgiyi ifade etme konusundaki çabalar ne düzeyde?
Burada cinsiyetlere göre roller olduğu algısı ile karşılaşırız. Tabi ki bazı mitlerde söz konusudur. “ilk adımı her zaman erkek atmalıdır.” “ Bir kadın asla bir erkeğe hemen onu sevdiğini söylememelidir” vs. Buradaki olumsuz düşüncelere baktığımızda kadın eğer sevgiyi dile getirirse şöyle korkular belirebilir: Beni yanlış (kötü, hafif(!) ) biri bilecek” veya “ Benim onu sevdiğimi bilirse bunu kullanabilir”. Bu olumsuz düşünceleri kadınlar için çoğaltmak mümkün. Bir de erkek tarafına bakalım, bir sevgiyi ifade etmek neden zor?
Karşımıza ilk olarak reddedilme korkusu çıkıyor, bir başka durum ise kültürümüzde erkeğin güçlü imajının, duygusallık ve bunun ifade edilmesi ile zedeleneceği korkusu, bir başka olumsuz düşünce ise çöpçatanlıkla itham edilmektir. Hem kadınlar hem de erkekler için tüm bu süreçte, olumsuz düşünceler ve algılar, toplumsal altyapı, duyguların ifade edilmesi konusunda ciddi birer engel gibi görünmektedir.
Sonuç olarak, duygularla iç içe olan ama aslında duyguları çokta tanımayan, tanısa bile ifade edemeyen bireyler topluluğu gibi yaşamayı sürdürüyoruz. Oysaki diğer insanlar ile duyguları ifade etmek konusunda, karşılıklı bir diyalog içinde olursak, bu hem diğerlerinin duygularımızı anlamasını kolaylaştıracak, hem de kendimizi ve duygularımızı ifade etme şansı bulduğumuz içinde kendimizi daha çok rahatlamış hissedeceğiz. Bu süreçte kesinlikle duyguları ifade etmekten kaçınmaktan, KAÇINMAK gerekiyor.
Şayet kızgınlık, incinmişlik varsa bile bunu iletişimi aniden kopartmak yerine, bir diyalog kurup bu duyguları ifade edip, karşımızdaki insanında bu duygularımızı fark etmesini sağladıktan ve bir başka çözüm yolunun kalmadığına inandıktan sonra bu kişi ile iletişimi sonlandırmayı tercih etmeliyiz. Bu davranış biçimi, bu duyguları başkalarına aktarmayı engellediği gibi, bizi duygusal anlamda daha özgür kılacaktır. Son tahlilde, yaşanılan duygu ne olursa olsun her bir birey en makul ölçüde ve en sade kelimelerle duygularını ifade etmekle aslında yükümlüdür, aksi halde bunların yüklüsü ve hükümlüsü olur.
Duyguların Esareti
Dünya da Türk insanını tanıyan kişilere, Türkleri tanımlayacak olsanız bize ne dersiniz diye sorsak, muhtemelen verecekleri ilk yanıtlardan biri “duygusaldırlar” şeklinde olacaktır. Peki gerçekten öyle miyiz acaba?
İnsanlarımızın çoğuna sorduğumuzda duygusal olduğunu kabul edecektir, ancak duyguları hissetmekle, bunları ifade etmek arasında ciddi bir uçurum var. Kültürümüz duygusallığı yüceltse de, duyguları ifade etmek konusunda bireylere baktığımızda ciddi sorunlar yaşadıklarını gözlemleyebiliriz.
Dolayısıyla duygularımızı bastırma konusunda baskı hissettiğimizi, bu bastırılmış duygularında daha sonra, tıpkı taşıyabileceği su kapasitesi aşan bir balon gibi patladığını ve yoğun yaşanan bu duyguların etkisi ile (ki bastırıldıkları zamanda aslında aynı şekilde yaşanıyordur) başkalarının gözünde aşırı duygusal olarak nitelendirildiğimizi düşünebiliriz.
Peki neden duygularımızı bastırmak zorunda hissediyoruz? Burada reddedilme, onay alamama, terk edilme vs. gibi korkular devreye giriyor. Yani aslında duyguları ifade edememeye yine bir duygu, korku, etki ediyor. Tam bu noktada “Morcheeba” adlı bir grubun “Fear and Love” adlı şarkısının sözleri geliyor aklıma. “Korku, sevmekten alıkoyar; Sevmek korkudan alıkoyar.”
Korku ve sevgi işte bu denli güçlü iki duygudur. Peki neden korkarız? Bir insana kırıldığımızı veya kızdığımızı söyleyecek olsak hemen aklımızda biten bir düşünce:” Ya bana darılırsa!” veya “Ya üzülürse!” bu düşünceleri biraz sorguladığımızda ortaya terk edilme korkusu çıkar. Bundan dolayı saklarız, incindiğimizi veya kızdığımızı ve susarız. Susmak sadece bir kaçınmadır.
Duygularla yüzleşilmediği için, söz konusu duygu ya da duygular içimizde varlığını sürdürür. Bir başka, başa çıkma biçimi duygularımızı yine ifade etmemek, ama aynı zamanda muhatabımız olan kişi ile birden tüm ilişkileri ansızın sonlandırmak, yani bir önceki örnekte kısmi bir uzaklaşma söz konusu iken burada tamamen bir kopuş söz konusudur. Yani, incinmişlik ve kızgınlığı o kişiyi birden hayatımızdan uzaklaştırarak çözmeye çalışırız.
Ancak karşımızdaki kişi buna anlam veremediğinden şaşırır. Biz ise onu cezalandırdığımızı düşünüp, duygularımızın bu şekilde ifade edilmiş olduğunu varsayarız. Oysaki cezalandırdığımız kişi, kendimizden başkası değildir. Bu yöntem duygularımızı başka ilişkilere ve başka kişilere aktarmaktan ve ilişkilerimizi her seferinde zedelemekten başka bir işe yaramaz. Olumsuz duygularda hal böyleyken acaba sevgiyi ifade etme konusundaki çabalar ne düzeyde?
Burada cinsiyetlere göre roller olduğu algısı ile karşılaşırız. Tabi ki bazı mitlerde söz konusudur. “ilk adımı her zaman erkek atmalıdır.” “ Bir kadın asla bir erkeğe hemen onu sevdiğini söylememelidir” vs. Buradaki olumsuz düşüncelere baktığımızda kadın eğer sevgiyi dile getirirse şöyle korkular belirebilir: Beni yanlış (kötü, hafif(!) ) biri bilecek” veya “ Benim onu sevdiğimi bilirse bunu kullanabilir”. Bu olumsuz düşünceleri kadınlar için çoğaltmak mümkün. Bir de erkek tarafına bakalım, bir sevgiyi ifade etmek neden zor?
Karşımıza ilk olarak reddedilme korkusu çıkıyor, bir başka durum ise kültürümüzde erkeğin güçlü imajının, duygusallık ve bunun ifade edilmesi ile zedeleneceği korkusu, bir başka olumsuz düşünce ise çöpçatanlıkla itham edilmektir. Hem kadınlar hem de erkekler için tüm bu süreçte, olumsuz düşünceler ve algılar, toplumsal altyapı, duyguların ifade edilmesi konusunda ciddi birer engel gibi görünmektedir.
Sonuç olarak, duygularla iç içe olan ama aslında duyguları çokta tanımayan, tanısa bile ifade edemeyen bireyler topluluğu gibi yaşamayı sürdürüyoruz. Oysaki diğer insanlar ile duyguları ifade etmek konusunda, karşılıklı bir diyalog içinde olursak, bu hem diğerlerinin duygularımızı anlamasını kolaylaştıracak, hem de kendimizi ve duygularımızı ifade etme şansı bulduğumuz içinde kendimizi daha çok rahatlamış hissedeceğiz. Bu süreçte kesinlikle duyguları ifade etmekten kaçınmaktan, KAÇINMAK gerekiyor.
Şayet kızgınlık, incinmişlik varsa bile bunu iletişimi aniden kopartmak yerine, bir diyalog kurup bu duyguları ifade edip, karşımızdaki insanında bu duygularımızı fark etmesini sağladıktan ve bir başka çözüm yolunun kalmadığına inandıktan sonra bu kişi ile iletişimi sonlandırmayı tercih etmeliyiz. Bu davranış biçimi, bu duyguları başkalarına aktarmayı engellediği gibi, bizi duygusal anlamda daha özgür kılacaktır. Son tahlilde, yaşanılan duygu ne olursa olsun her bir birey en makul ölçüde ve en sade kelimelerle duygularını ifade etmekle aslında yükümlüdür, aksi halde bunların yüklüsü ve hükümlüsü olur.
Uzm. Psk. Hasan Arslan
Uzman Klinik Psikolog
Son Makaleler
Kanserin psikolojik yönü
27 Temmuz 2020Olumsuz duyguların kontrolü
30 Nisan 2018Adaletin bu mu dünya?
30 Mart 2018Takvim
Meta